Zombiler ustune


Deformables Zombie

Image via Wikipedia

Neden zombi hikayeleri okuruz, izleriz? John Joseph Adams‘in The Living Dead antolojisini okuyordum ve bu soru aklımdan çıkmadı. Önce şunu sormalı belki de zombi nedir? Çünkü zombinin ne olduğunu netleştirmeden zombinin neden ilgi çektiğini anlatmakta zorlanırız.

Yaşayan Ölüler filmlerindeki insanlığın üzerine durdurulamaz bir karabasan gibi çöken canavarlar mıdır zombi? Yoksa gene sinemadan örnek vermek gerekirse her gün etrafında olanları bilmeden aynı işi tekrarlayan kitleler midir, Shaun of the Dead‘deki gibi?

Çeşit çeşit zombi var

Zombi filmlerinin seksenlerde soğuk savaş korkusu ile beğenildiğini, tüketim toplumu eleştirisi olduğu ya da küresel ısınma korkusuyla ortaya çıktığını yazanlar var. Onların görüşlerine katılmakla beraber başka bir açının da olduğunu düşünüyorum. Zombilerin bir ortak özelliği var mı sorusuna cevap neden korktuğumuzu ve istediğimizi anlatabilir. Sinemada edebiyatta karşılaştığımız zombilerin ortak yanını bulabilirsek belki kabuslarımızı neden süslediklerini anlayabiliriz.

Zombilerin bazısı yavaş, bazısı hızlı, bazısı bilimle, bazısı büyü ile canlanmış, bazısının bir amacı var bazısının hiç bir amacı yok. Daha nice farklılıkları olmasına rağmen zombilerin bir ortak yanı var. Bizim, insanların peşindeler ve onlarla anlaşmak mümkün değil. Sizi dinlemiyorlar, ne sebeple olursa olsun insanlara saldırıyorlar, yok etmeye çalışıyorlar. Zombilerin acıması yok. Onlar seçimlerini bizlerin anlamlandırabildiği herhangi bir süreçle yapmıyorlar. Var olmak için insanları yok etmesi gereken ve onlar da yok olduğunda kaybolacak bir tür olarak anlatılıyorlar. Galiba korkutucu olan da bu özellikleri.

İnsansı ama anlaşılmaz

Zombinin görüntüsü önceki halini, insan olduğu zamanı belli ediyor. Konuşmasa da kıyafetlerinden veya bulunduğu yerden kim olduğunu kurbanına gösteriyor. Okuyucu ya da izleyici de o anlaşılmaz düşmanla karşılaşıyor ve onu tanıdığı birine benzetiyor. Bir arkadaşına ya da işten birisine değil, zombinin benzediği insanlık hali. İnsansı bir canavarla karşılaşıyoruz ama bir doğa olayı gibi hareket ediyor. Zombi saldırısı bir kasırga, ya da deprem gibi kurbanlarını seçmeden yok ediyor. İşte bu doğanın acımasız yüzünü insansı bir varlıkta görmek korkutuyor. Etkileşime geçebileceğiniz ama bir şekilde sizinle iletişeme geçmeyen, geçemeyen bir düşmanla karşı karşıya kalınca temel korkularımız yüzeye çıkıyor.

Yabancı ama bir o kadar da tanıdık bir düşman bu. Sokakta yürürken yanınızdan geçip gidenlerin şehirli insana hissettirdiği bir korku bu. Kalabalığın içinde ama o kalabalığa ait olmayanın korkusu zombilerle ortaya çıkıyor. Büyük alışveriş merkezlerinde ya da marketlerde geçen sahnelerin çokluğunun sebebi de belki biraz oralarda yaşanan yabancılaşmayı hatırlatmak.

Kalabalık korkusu

Türkiye’de sıkı bir sosyal doku ile sarmalandığımızdan bahsederler. Akrabalık ve sosyal ilişkiler güçlü olduğu için isyanlarımızın bile sönük olduğunu yazmıştı ekonomik krizler zamanında çeşitli yazarlar. Bizde belki de kalabalık şehirlere tıkılmadığımız, sokakta karşılaştığımız insanları tanıdığımız için zombi filmleri ya da romanları yoktu. Yabancı bizim için dışarıdan gelendi, tek tüktüler ve başa çıkılabilirlerdi. Oysa şehirlerimiz büyüdükçe tanımadığımız insanlarla temasımız arttı. Mahalledeki küçük bakkal yerine alışveriş merkezindeki markete gidenlerin yoğurt satın alırken elini rafa uzatan insanlarla karşılaşması korkutucu oldu. Kişisel alanımıza saldıran bu yabancıların etrafta olması bizi de korkutmaya başladı. Belki bu yüzden artık Türkiye’de de zombiler üzerine eserler var.

Türkiye’de çizgiroman alanında Cem Özüduru’nun Rodeo’dan çıkan Zombistan‘ında gördük yaşayan ölüleri, Ada filmi ile de sinemada da Türk zombi filmi var. Bu örneklerdeki zombiler bir sebeple öldükten sonra ölümle yaşam arasında bir halde geri gelmiş varlıklar. Ada’yı izlemedim ancak Zombistan’da anlatılan zombiler tam da bu yabancılaşmayı gösterir zombiler. Zombistan aynı zamanda zombi edebiyatının, filmlerinin başarılı yaptığı bir işi yapıp hayatı da anlatıyor.

Ölüler peşinizdeyse yaşarsınız

Zombiler şehri sarıp, kanlı elleri ve keskin dişleri ile kahramana saldırdığında kahramanın seçim yapması gerekir. Başka korku edebiyatı canavarlarını yok etmek bir çözüm olabilir. Dracula’yı öldürebilirse tüm kasabayı kurtaracak kahramanlar vardır, seri katili durdurmak mümkündür ya da hayaletli evleri yok etmenin yolu vardır. Zombiler ise tek tek kolay durdurulabilse de doğal felaket gibi üstüne gelir kahramanın. İşte bu saldırı kahramanın hayatındaki değerli şeyleri alıp kaçmaya yönlendirir. Onunla beraber biz de sorarız, Zombieland‘deki kahramanların hazır kek için risk almalarındaki saçmalık gibi bizim de hayatımızda tutunduğumuz ama gereksiz ne var?

Zombi eserlerini başarısı da işte bu soruyu size farkında olmadan sordurmasından gelir. Kıyamet koptuğunda kiminle olmak istersiniz, nelere sahip olmak istediğinizi düşündürür. Çünkü zombi felaketleri birden ortaya çıkmaz. Deprem gibi aniden olup geçmez. Denizin gel gitle yükselmesi gibi yavaş ilerler. Zombilerin hızından bağımsız bir yavaşlıktır bu. Felaketin gelişini görebilirsiniz. İşte bu kaçarken kahramana ve okuyucu/izleyiciye düşünme zamanı verir. İyi korku eserlerindeki gibi iyi zombi eserlerinde de korkutucu olan karşılaşma değil, canavarın gelişidir.

Sizlere iyi seyirler ve okumalar dilerim. Ne dersiniz, zombi eserlerinde sizin hoşunuza giden başka neler var?

İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

Zombiler ustune’ için 5 yanıt

  1. Yazı çok hoş olmuş. Zombi fenomeninin temelinde yabancı korkusu olduğuna katılıyorum ben de.

  2. Zombi temalı eserleri eskiden ben de hiç sevmezdim. Hele o ilk filmleri… Yaşan Ölülerin Gecesi, beyin diye inleyen zombiler. Korkutucu olmaktan çok sıkıcı gelirdi bana (ki ben çok çabuk korkan bir tipim. Ailecek Jaws’u izlerken oturma odasını koşarak terk edip koridora kaçmışlığım vardır.)

    Ama son zamanlar zombiler şöyle bir silkinip kendine geldi sanki. Artık hoşuma gidiyor zombi temalı şeyler. Bunda Resident Evil 2 oyununun önemi büyük bende. Ondan sonra Left 4 Dead, Dead Rising ve diğerleri. Çizgi roman ve kitaplarda da “yerinde kullanıldığında” çok farklı bir tat katabiliyor olaya. (Marvel Comics’in zombi kahramanları hariç…)

    Kısacası evet, artık seviyorum.

  3. Gerçekten güzel bir yorum olmuş. Eklemek istediğim bir iki nokta olacak yalnız.
    1. Zombi, ölüdür. Yani ölümü temsil eder falan demiyeceğim, ölümün ta kendisidir. Demek ki içimizde ölüm korkusu olduğu sürece zombilerden korkacağız.
    2. Hepimiz zombiyiz. Çünkü ölümlüyüz. Bugün yaşasak da çok da uzun olmayan bir zaman sonra öleceğiz. O halde yaşayan her insan aslında bir ölüdür. Zombi hikayeleri bu gerçeği bize hatırlattığı için bizi korkutur.
    3. Zombiler çoğunluktur. Çünkü ölülerin sayısı yaşayanlardan çoktur. Bu da ölümlü oluşumuzu ve ölümün bizden güçlü oluşunu, ölümün çoğunluk oluşunu ve dolayısı ile ölümün yeryüzünün gerçek hakimi oluşunu bize hatırlatır.
    4. Zombiler geri döndürülemez. Yeniden iyileştirilemez. Sizin de yazdığınız gibi, ikna edilemez. Bu da ölümün tek yönlülüğünü anlatır. Yani ölüm, yalnız tek bir yöne harekettir. Geri dönüşü yoktur. Telafi edilemez.
    5. Zombiler canavardır ve bütün canvarlar bizim içimizden çıkar. Bu konuda bir yazı için: http://haberinvarmitasduvar.wordpress.com/2012/09/12/1222/

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.